GÜZEL HİKAYELER
ACELE KARAR VERMEYİN
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.
---"Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep.
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış:
---"Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler.
---İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş."Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.
Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler.
---"Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var."
---"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.
Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?
Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden:
--- "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler.
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara.
---"Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler.
İhtiyar:
--- "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş." O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırıldı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış.
İhtiyarın oğlu dışındaki bütün gençler askere katılmış ve bir çoğu ölmüşler. Köylüler bir kez daha haklı görmüşler.
TIKANDI BABA
Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor.
Tıkandı Baba, çay getir!..
Tıkandı Baba, kahve getir!..
Bu durum Sultan Mahmutun dikkatini çekmiş.
Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı baba meselesi?
Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı baba.
Anlat Baba anlat! Merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi.
Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya;
Bir gece rüyamda birçok insan gördüm, her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. Benimki de onlarınki kadar aksın diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı.
Bu sefer içimden Onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı.Ben yine açmak için uğraşırken bir zat göründü ve: Tıkandı Baba, tıkandı. Uğraşma artık, dedi. O gün bu gün adım Tıkandı Babaya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdi de burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz.
Tıkandı Babanın anlattıkları Sultan Mahmutun dikkatini çekmiş. Çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına:
Her gün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz demiş.
Sultan Mahmutun adamları peki demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Babaya baklavaları vermişler. Tıkandı Baba baklavayı almış, bakmış baklava nefis. Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. Şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya.
Taze baklava, güzel baklava!
Bu esnada oradan geçen bir adam baklavaları beğenmiş. Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı Baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış.
Müşteri baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. Şaşırmış, diğer dilim, diğer dilim derken bir bakmış ki her dilimin altında altın var. Ertesi akşam adam acaba yine gelir mi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş.
Müşteri hiçbir şey olmamış gibi: Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım demiş. Tıkandı Baba da Peki demiş ve anlaşmışlar. Tıkandı Babaya her akşam baklavalar gelmiş ve adam da her akşam Tıkandı Babadan baklavaları satın almış. Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut:
Bizim Tıkandı Babaya bir bakalım deyip Tıkandı Babanın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın. Sultan: Tıkandı Baba sana baklavalar gelmedi mi? demiş. Geldi sultanım! Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı? Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağ olasınız, duacınızım.
Sultan şöyle bir tebessüm etmiş.
Anlaşıldı Tıkandı Baba anlaşıldı, hadi benimle gel deyip almış ve devletin hazine odasına götürmüş. Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir demiş. Tıkandı Baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda, düştü düşecek. Sultan demiş; Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar demiş ve askerlerden birini çağırmış. Alın bu adamı Üsküdarın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin demiş. Padişahın adamları peki deyip adamı alıp Üsküdara götürmüşler.
Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım, demişler.
Baba, niçin? demiş. Askerler:
Hele sen bir beğen bakalım demişler. Baba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline.Ne olacak şimdi demiş.
Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı demiş.
Adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişaha haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş:
VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT!
DENİZ YILDIZI
Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden
bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder
gibi hareketler yapan birini görür.
Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile
vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir
adam olduğunu fark eder. Genç adama yaklaşır:
- Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?
Genç adam yanıtlar;
- Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek.
Onları suya atmazsam ölecekler. Yazar sorar;
- Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var.
Ne fark eder ki?
Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı
daha alır, okyanusa fırlatır.
- Bak bunun için fark etti...
KIRLANGIÇ VE ADAM
Kırlangıcın biri bir adama aşık olmuş. Ve adamın penceresinin önüne konup adama şöyle demiş:
- " Ben seni çok seviyorum lütfen pencereyi açıp beni içeri al da birlikte yaşayalım." Adam :
- " Olmaz alamam... Sen bir kuşsun hiç bir kuş adama aşık olur mu?..." kırlangıç bir süre sonra tekrar gelmiş:
- Lütfen pencereyi açıp beni içeri al birlikte yaşarız. Hem ben sana dost ve arkadaş olurum canında sıkılmaz birlikte yaşar gideriz... Adam yine:
- " Olmaz alamam...Git başımdan" diye cevap vermiş.
Zaman geçmiş... Sonbahar yaklaşmış... kırlangıç üçüncü ve son defa penceresinin önüne konup adama tekrar şöyle demiş:
- " Lütfen beni içeri al... Artık soğuklarda başladı, dışarıda kalamam biliyorsun ben sıcak havalarda yaşayabilirim sadece... beni içeri almazsan başka sıcak ülkelere gitmek zorunda kalırım. Lütfen beni içeri al da burada kalayım. Birlikte yemek yer omuzuna konar seni neşelendirir sana yarenlik ederim. Hem sende benim gibi yalnızsın..." Adam :
- " Git derhal başımdan!... Ben yalnız kalırım" demiş ve kuşu kovmuş... kırlangıçta bu cevap üzerine üzüntülü bir şekilde uçmuş ve uzaklara gitmiş... Adam kırlangıç uzaklara gittikten sonra düşünmüş:
-" Ben ne aptal, ne kadar akılsız bir adamım, niye kırlangıçla birlikte kalmayı kabul etmedim? Ne güzel birlikte kalırdık demiş kendi kendine ve çok pişman olmuş. Pişman olmuş ama iş işten geçmiş. Kendi kendine
-" Nasıl olsa sıcaklar başlayınca kırlangıcım yine gelir bende onu içeri alır birlikte mutlu bir hayat sürerim, demiş.
Ve penceresini sonuna kadar açıp beklemeye başlamış. Yazın gelmesiyle kırlangıçlarda gelmeye başlamış. Ama onun kırlangıcı gelmemiş. Yazın sonuna kadar hiç penceresini kapatmadan pencerenin başında beklemiş ama boşuna....kırlangıç yokmuş. Gelen kırlangıçlara sormuş ama onun kırlangıcını gören olmamış. Sonunda bir bilge kişiye halini danışmak ve ondan bilgi almak için gitmiş. Bilge kişiye olayı anlattıktan sonra bilge kişi ona şöyle demiş:
-"Kırlangıçların ömrü altı aydır."
Hayatta bazı fırsatlar vardır, ömründe bir defa eline geçer ve değerlendiremezsen uçup gider... Hayatta bazı insanlar vardır, ömründe bir kez karşına çıkar ve fark edemezsen, değerini bilemezsen, uçup gider... Ve asla geri gelmezler... Dikkatli olun... Farkında olun... Ve bir düşünün acaba kaç kırlangıcı kovaladınız pencerenizden bugüne değin...
ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK
KENDİNİ TAVUK ZANNEDEN KARTAL
Bir rivayete göre; dört tavuk bir kartal yuvasına gidip bir yumurta çaldılar.
Yumurtayı kümese getirdiklerinde, kümeste bulunan diğer tavuklar gördükleri bu yumurtanın çok büyük bir tavuğa ait olduğunu düşündüler.Zaman geçti, yumurtayı getirenler de unuttu,onlar da bu yumurtanın büyük bir tavuğa ait olduğunu inandılar...
Bir anne bulundu yetim yumurtaya, kuluçka başladı.Kısa bir zaman sonra yumurta kırıldı.İçinden simsiyah kanatlı,ilginç gagalı tuhaf bir tavuk çıktı.... Herkes mutluydu,böylesini ilk defa görmüşlerdi.Anne tavuk, dersler vermeye başladı yavrusuna: "Bak yavrum,yerden bulduğun böceği şöyle ye!Arpayı buğdayı böyle ye!."Anne tavuk her geçen gün yeni şeyler öğretiyordu yavrusuna. Büyük tavuk annesinin her söylediğini yapıyordu. Tehlikelere karşı nasıl davranılacağını da öğretti annesi: "Bak yavrum, eğer kedi buradan gelirse aksi istikamete doğru kaç,şuradan gelirse buraya kaç..."
Büyük tavuk büyüdükçe güzelleşiyordu.Oldukça uzun kanatları vardı. Ara sıra diğerleri onun kanatlarına bakmak için geliyorlardı...
Bir gün anne tavuk yavrusuna havadan gelen tehlikelere karşı kendini nasıl savunacağını anlatırken büyük tavuğun gözü,gökyüzünden süzülerek korkunç bir ihtişamla geçiş yapan başka bir canlıya ilişti.
-Anne bu ne? Dedi büyük tavuk.
-Ha o mu? O kartal yavrum,kuşların padişahı.
-Ne de güzel uçuyor!
-Evet yavrum! Ama sen sakın ona özenme.Asla onun gibi olamazsın!Sen bir tavuksun.Senden önce baban,deden,amcan hepsi ona özendi ama hiç biri onun gibi uçamadı..SEN BİR TAVUKSUN VE BİR TAVUK GİBİ YAŞAMALISIN.
O günden sonra büyük tavuk,ömrü boyunca arka bahçede kartalın ihtişamlı geçişini izleyip iç çekti...ve her seferinde "keşke bende bir kartal olup uçabilseydim." Dedi.Yine bir gün siyah kanatlı büyük tavuk ihtişamlı kartalı izlerken ölüp gitti...O nu bir tavuk gibi defnettiler; kii hakikatte ölen bir kartaldı..
"Bir kartal gibi doğup,bir tavuk gibi yaşayan ve kartallara özenip sonunda bir tavuk gibi ölen binlerce kartal var.Yıl 2007, yer DÜNYA..Şu anda kendi gücünün farkına varamayan,milyonlarca hatta milyarlarca insan var yeryüzünde.NE BÜYÜK ACI!!
Köpekbalığı Deneyi
Bir köpekbalığı aç halde bir akvaryuma konulur. Balık akvaryumun her yerinde yüzebilmektedir. Avlayacağı bir şeyler aramaktadır.
Sonra akvaryuma küçük bir balık konur. Köpekbalığı küçük balığı yemek için hemen harekete geçer. Çünkü açtır (motivasyon), küçük balığı yiyebileceğine inanmaktadır (özgüven) ve küçük balığı yemenin kendi ellerinde (kontrol) olduğunu düşünmektedir.
Küçük balığı yemek için ilk saldırısında kafasını ne olduğunu algılayamadığı sert bir şeye çarparak şok geçirir. Çünkü bilim adamları küçük balık ile köpekbalığının arasına cam bir bölme yerleştirerek onları ayırmışlardır! Köpekbalığı balık aklıyla düşündüğünden camı görememekte ama kafasını çarptığında camı algılamaktadır.
Sonra bir daha dener, yöne kafasını cama çarpar. Bir daha dener, tekrar aynı şeyi yaşar. Tanımlayamadığı bir şey hedefine ulaşmasına engel olmaktadır.
Yaklaşık 48 saat sonra köpekbalığı küçük balığı yemek için uğraşmayı bırakır. Evrensel, Büyük balık küçük balığı yer kuralı işlememektedir. Büyük balık depresyona girmiş gibidir. Çaba harcamayı bırakmıştır. Çünkü ne yaparsa yapsın o küçük balığı yiyemeyeceğine inanmıştır.
Deneyin ikinci aşamasına geçildiğinde araştırmacılar aradaki cam bölmeyi kaldırır. Artık köpekbalığı isterse küçük balığı yemek için hiçbir şey yapmaz! Küçük balığı kovalayıp büyük balığın alanına geçirirler ama yine de yemek için hiçbir hamle yapmaz.
Sonuç çok dramatiktir, büyük balık açlıktan ölmek üzere olmasına rağmen yine de küçük balığı yememiştir.
Köpekbalığı küçük balığı neden yemedi? Aç ama gururlu olduğu için mi?
Bilim adamları köpekbalığının içine düştüğü ruh durumuna öğrenilmiş çaresizlik demektedir. Öğrenilmiş çaresizlik, bir canlının defalarca denediği halde istediği sonucu alamaması durumunda, bir sonraki denemesinde başarısız olacağını beklemesinden dolayı, deneme cesaretini kaybedip hiçbir şey yapmaması halidir.
Bu hale öğrenilmiş başarısızlık de diyebiliriz. Köpekbalığı geçmişteki denemelerinde başarısız olacağını öğrenmiştir. Bu durum bize milyarlarca insanın neden başarısızlık halinde yaşadığı halde başarılı olmak için hiçbir şey yapmadığını açıklıyor.
Öğrenilmiş çaresizlik bir daha deneme cesaretini kaybetmektir. Sürekli başarısızlık korkusuyla hareket etmektir. Kendine olan güvenini, başarabilirim inancını kaybetmektir. Öğrenilmiş çaresizlik zihne takılı bir psikolojik kelepçedir.
Pire Deneyi
Öğrenilmiş acizlik üzerine birçok deney yapılmıştır. Balıklar, Maymunlar ve hatta Pireler üzerine. Bunlardan biri şöyledir; bilim adamları pireleri 20 cm yüksekliğinde cam bir kabın içine yerleştirirler ve üstüne bir cam tabaka koyarlar. Sonra cam kabı alttan ısıtmaya başlarlar. Isınan pirelerin canı yandığı için sıçramaya başlarlar, normalde 40-50 cm sıçrayabilen pireler her defasında 20 cm yüksekteki cam tabakaya çarpıp geri düşerler. Kabın tabanı sıcak olduğu için düştükçe yanan pireler yeniden sıçrarlar.. ve kabın üstündeki cama çarpıp düşerler. Makul bir süre sonra, pireler 20 cm yüksekteki tavana çarpmamak için, atıyorum, 19 cm sıçramak gibi bir çözüm geliştirirler. Artık tavana çarpmadan sıçrayabiliyorlar. Kap ısıtıldıkça pirelerin sıçradıkları ancak hiç birinin tavana çarpmadıkları görüldükten sonra, bilim adamları üstteki cam tabakayı kaldırırlar ve tekrar alttan ısıtmaya başlarlar. Ne var ki pireler deneyden önce 40-50 cm sıçrayabilirken, şimdi sadece 19 cm. sıçrıyorlar ve üstü açık olduğu halde hiç biri cehennem sıcaklığındaki kaptan kurtulamıyorlar.
Beş Maymun Deneyi
Kafese beş maymunu koyarlar.. Ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar.. Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde çok soğuk suyla ıslatılır...
Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar..Bir süre sonra muzlara hareketlenen maymunlar diğerleri tarafından engellenmeye başlanır...
Suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun koyulur. İlk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler.. Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir.. Ve merdivene ilk yaptığı atakta dayak yer.. Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur. Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir..En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır.. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiçbir fikirleri yoktur..Son olarak en baştaki
ıslanan maymunların dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir.
Tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu halde artık hiçbiri merdivene yaklaşmamaktadır..
Neden mi? Çünkü burada işler böyle gelmiş ve böyle gitmelidir. İşte bu hikâye bir öğrenilmiş çaresizlik hikâyesidir. Bizler çoğu zaman başkaları tarafından engellenerek istediğimiz hedeflere ulaşamayız.Başkalarını engelleriz ama niçin engellediğimizi bizde bilmeyiz; çünkü bize de niçin engellediğimiz
öğretilmemiştir. Böyle sürüp gider.
|
|
|
|
YOLUNACAK KAZ
Çok soğuk bir kış günü padişah, tebdil-i kıyafet gezmeye karar vermiş. Yanına baş vezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş. Padişah, ihtiyarı selamlamış:
"Selamünaleyküm ey pir´i fani..."
Yaşlı adam:
"Aleykümselam ey serdarı cihan..."
Padişah sormuş:
"Altılarda ne yaptın?"
Yaşlı adam
"Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor..."
Padişah gene sormuş:
"Geceleri kalkmadın mı?"
Yaşlı adam
"Kalktık... Lakin, ellere yaradı..."
Padişah gülmüş:
"Bir kaz göndersem yolar mısın?"
Yaşlı adam:
"Hem de ciyaklatmadan..."
Padişahla başvezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah başvezire dönmüş:
"Ne konuştuğumuzu anladın mı?"
Başvezir:
"Hayır padişahım..."
Padişah sinirlenmiş:
"Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım."
Korkuya kapılan başvezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hala orada çalışıyor.
"Ne konuştunuz siz padişahla..."
Adam, başveziri şöyle bir süzmüş:
"Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim."
Başvezir, yüz altın vermiş.
"Sen padişahı, serdar-ı cihan, diye selamladın. Nereden anladın padişah
olduğunu?"
"Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi."
Vezir kafasını kaşımış.
"Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne emek?..."
Adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış.
"Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim."
Vezir bir soru daha sormuş...
"Geceleri kalkmadın mı ne demek?"
Adam bir yüz altın daha almış.
"Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim..."
Vezir gene kafasını sallamış.
"Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek..."
Adam gülmüş.
"Onu da sen bul..."
EVLAT VE KUYRUK ACISI
Zamanin birinde bir oduncu, ormanda odun keserken çali arasinda bir
yilana raslamis. Elindeki baltayi kaldirip yilanin basini vurmak
üzereyken bir an göz göze gelmis. Yaradana olan aski -yilan bile olsa- yaratilana yansimis ve yilani vurmaya kiyamamis.
Yilan da duygulanmis, dile gelmis. Ey insanoglu, sen bana kiyamadin, ben de sana bir iyilik edecegim demis.
Bir kör kuyuya dalmis ve kaybolmus. Biraz sonra agzinda bir altin lira ile dönmüs ve oduncuya uzatmis.
"Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altin lira verecegim."
Oduncu altini bozdurmus ve evinde o gün senlik olmus.
Hiç kimseye olan biteni anlatmamis, ailesi dahil herkes sadece oduncunun çok çalistigi için durumunun düzeldigini zannetmis. Yillar boyu her gün o kör kuyunun basina gitmis, yilan ile bulusmus ve altinini almis.
Gel zaman git zaman, oduncu agir hastalanmis. Kuyunun basina gidemez olmus. Bir kaç gün geçince bolluga alismis evinde darlik baslamis. Oduncu oglunu yanina çagirmis ve yilanin sirrini anlatmis. "Git kör kuyunun
basina ve oglum oldugunu söyle, yilan sana altin verecek" demis. Oglu inanmamis ama gitmis, yilan önce saklanmis, sonra
ortaya çikmis. Onun oduncunun oglu olduguna
iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altin getirmis. Oglan önce inanmadigi hikayenin gerçek oldugunu görünce hirsa kapilmis, kimbilir daha ne kadar altin var kuyudan içeride demis.... Hirsla yilani
öldürmek için bir hamle yapmis, iskalamis ama yilanin kuyrugunu koparmis. Yilan da can havliyle dönüp oglani sokmus ve öldürmüs.
Aksam yaklasip da oglu gelmeyince oduncu iyice
endiselenmis. Hasta yatagindan sürünerek bile olsa kalkmis. Kuyunun basina gitmis ki oglu cansiz yatiyor.
Yilan o arada görünmüs ki, kuyrugu yok ve kanlar içinde.. Oduncu durumu anlamis ve çok üzülmüs. Caninin parçasi oglu
yerde cansiz, yillardir velinimeti olan yilan yarali...
Hatali olan oglum olmali demis ve yilandan özür dilemis. Tekrar dost olalim demis... Yilan ise aci aci gülümsemis. Çok isterdim ama...Sende bu evlat acisi.. bende de bu kuyruk acisi varken biz artik dost olamayiz.
KRAL VE EŞLERİ
Bir zamanlar, büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten kralin 4 esi varmis. Kral en çok dördüncü esini severmis, bir dedigini iki etmez her
seyin en iyisini, en güzelini ona verirmis.
Kral üçüncü esini de çok severmis. Bu güzelligin bir gün
kendisini terk edeceginden korktugu için, onu çok kiskanir, üzerine titrermis.
Ikinci esini de severmis kral. Kendisine karsi her zaman iyi ve
sabirli davranan esi, kralin ne zaman bir derdi olsa daima onun yaninda
bulunur sorunun çözümünde ona destek verirmis.
Kraliçe olan birinci esiymis kralin. Onu en çok seven, karsilik
beklemeden seven, sagligina ve hükümdarligina en büyük katkiyi saglayan
bu esi olmasina ragmen, kral birinci esini sevmezmis ve onunla hiç
ilgilenmezmis.
Bir gün kral ölümcül bir hastaliga yakalanmis. Yakinda ölecegini
anladigi ve öldükten sonra yapayalniz kalmaktan çok korktugu için,
eslerinden hangisinin ölüm yalnizligini kendisi ile paylasmak
isteyebilecegini ögrenmek istemis.
En çok sevdigi dördüncü esine ölüm yolculugunda kendisine eslik
etmek ister mi diye sordugunda aldigi yanit kalbine biçak gibi saplanan
kisa ve net mümkün degil olmus...
Hayatim boyunca seni sevdim. Sen benimle birlikte ölmeyi kabul
eder misin sorusuna üçüncü esi de hayir hayat çok güzel. Sen ölünce ben
yeniden evlenecegim diye yanit vermis.
Kral bir kez daha yikilmis.
Her sorunumda her zaman yanimda olan bana yardim eden sendin bu
sorunumda da bana yardimci olur musun talebine karsi ikinci esinden;
bu sorunun için hiçbir sey yapamam, olsa olsa sana mezarina kadar eslik
eder, güzel bir cenaze töreni yaptirir ve yasini tutarim karsiligini
almis.
Büyük bir hayal kirikligi yasamakta olan kral birinci esinin
sesi ile irkilmis.
nereye gidersen git
seninle olurum, seni takip ederim...
Ah diye inlemis kral;
keske bir sansim daha
olsaydi...
Yasamda Hepimiz 4 Esliyiz Aslinda;
* Dördüncü esimiz vücudumuz.
Onun güzel görünmesi için ne kadar zaman, kaynak ve çaba
harcarsak harcayalim öldügümüzde bizi terk edecektir.
* Üçüncü esimiz sahip oldugumuz servetimiz ve
statümüzdür.
Ölür ölmez baskalarina yar olacaktir.
* Ikinci es; ailemiz ve dostlarimizdir.
Tüm sorunlarimizi paylastigimiz bu kisilerin en son
yapabilecekleri sey bu dünyadan gözleri yasli bizi ugurlamak olacaktir.
* Birinci es ise ruhumuzdur.
Bizimle gelir.
UNUTMAYIN !...
* Yediklerimiz degil, hazmettiklerimiz bizi güçlü kilar.
* Kazandiklarimiz degil, biriktirdiklerimiz bizi zengin yapar.
* Okuduklarimiz degil, hatirladiklarimiz bizi bilgili yapar.
* Baskalarina verdigimiz ögütler degil,
Bizzat uyguladiklarimiz bizi
insan yapar.
ÇİÇEK İLE SUYUN HİKAYESİ
Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.
İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder
birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için.
Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan
içi içine sığmaz artık ve anlar ki, su'ya aşık olmuştur.
İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar,
"Sırf senin hatırın için ey su" diye...
Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı
birşeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki,
çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.
Günler ve aylar birbirini kovalalar ve çiçek acaba
"Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar.
Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek,
alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.
Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni
seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek
yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der.
Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler...
Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz
etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der.
Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der
ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek
artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.
Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler
çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine...
Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla
başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben,
gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum
karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır
nedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene eder
çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu
ümitsiz artık elimizden birşey gelmez."
Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık
nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir
bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum...
Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.
Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece
"Seni seviyorum" demek yetmemektedir...
BALTAMI BİLİYORDUM
Bir ormanda iki kisi agac kesiyormus. Birinci adam sabahlari erkenden
kalkiyor, agac kesmeye basliyormus, bir agac devrilirken hemen digerine
geciyormus. Gun boyu ne dinleniyor ne ogle yemegi icin kendine vakit
ayiriyormus. Aksamlari da arkadasindan bir kac saat sonra agac kesmeyi
birakiyormus. Ikinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya
basladiginda eve donuyormus. Bir hafta boyunca bu tempoda calistiktan sonra
ne kadar agac kestiklerini saymaya baslamislar.
Sonuc : Ikinci adam cok daha fazla agac kesmis.
Birinci adam ofkelenmis :
" Bu nasil olabilir ? Ben daha cok calistim. Senden daha erken ise basladim,
senden daha gec bitirdim. Ama sen daha fazla agac kestin. Bu isin sirri ne?"
Ikinci adam yuzunde tebessumle yanit vermis :
" Ortada bir sir yok. Sen durmaksizin calisirken, ben arada bir dinlenip
baltami biliyordum. Keskin baltayla, daha az cabayla daha cok agac kesilir."
Kendimizi gelistirmek , baltamizi bilemektir.
TUZLU KAHVE
Kiza bir partide rastlamisti.. Harika bir seydi. O gün pesinde o kadar delikanli vardi ki.. Partinin sonunda kizi kahve içmeye davet etti. Kiz parti boyu dikkatini çekmeyen oglanin davetine sasirdi, ama tam bir kibarlik gösterisi yaparak kabul etti. Hemen kösedeki sirin kafeye oturdular. Delikanli öyle heyecanliydi ki, kalbinin çarpmasindan konusamiyordu. Onun bu hali kizin da huzurunu kaçirdi.. "Ben artik gideyim" demeye hazirlanirken, delikanli birden garsonu çagirdi.. "Bana biraz tuz getirir misiniz" dedi.. "Kahveme koymak için.."
Yan masalardan bile saskin yüzler delikanliya bakti..
Kahveye tuz!..
Delikanli kipkirmizi oldu utançtan, ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye basladi. Kiz, merakla "Garip bir agiz tadiniz var" dedi..
Delikanli anlatti:
"Çocukken deniz kenarinda yasardik. Hep deniz kenarinda ve denizde oynardim. Denizin tuzlu suyunun tadi agzimdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.. Bu tadi çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadi dilimde hissetsem, çocuklugumu, deniz kenarindaki evimizi ve mutlu ailemi hatirliyorum. Annemle babam hala o deniz kenarinda oturuyorlar.. Onlari ve evimi öyle özlüyorum ki.."
Bunlari söylerken gözleri nemlenmisti delikanlinin.. Kiz dinlediklerinden çok duygulanmisti.
Içini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmaliydi. Evini düsünen, evini arayan, evini sakinan biri.. Ev duyusu olan biri..
Kiz da konusmaya basladi.. Onun da evi uzaklardaydi.. Çocuklugu gibi.. O da ailesini anlatti. Çok sirin bir sohbet olmustu.. Tatli ve sicak..
..Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel baslangici olmustu tabii..
Bulusmaya devam ettiler ve her güzel öyküde oldugu gibi, prenses, prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yasadilar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kasik tuz koydu, hayat boyu.. Onun böyle sevdigini biliyordu çünkü..
40 yil sonra, adam dünyaya veda etti. "Ölümümden sonra aç" diye bir mektup birakmisti sevgili karisina.. Söyle diyordu, satirlarinda..
"Sevgilim, bir tanem..
Lütfen beni affet. Bütün hayatimizi bir yalan üzerine kurdugum için beni affet. Sana hayatimda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.. Ilk bulustugumuz günü hatirliyor musun?.Öyle heyecanli ve gergindim ki, seker diyecekken 'Tuz' çikti agzimdan.. Sen ve herkes bana bakarken, degistirmeye o kadar utandim ki, yalanla devam ettim. Bu yalanin bizim iliskimizin temeli olacagi hiç aklima gelmemisti. Sana gerçegi anlatmayi defalarca düsündüm. Ama her defasinda korkudan vazgeçtim. Simdi ölüyorum ve artik korkmam için hiçbir sebep yok.. Iste gerçek.. Ben tuzlu kahve sevmem. O garip ve rezil bir tat.. Ama seni tanidigim andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pismanlik duymadan. Seninle olmak hayatimin en büyük mutlulugu idi ve ben bu mutlulugu tuzlu kahveye borçluydum.
Dünyaya bir daha gelsem, her seyi yeniden yasamak, seni yeniden tanimak ve bütün hayatimi yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da.."
Yasli kadinin gözyaslari mektubu sirilsiklam islatti.
Lafi açildiginda bir gün biri, kadina "Tuzlu kahve nasil bir sey" diye soracak oldu.. Gözleri nemlendi kadinin..
"Çok tatli!.." dedi..
ÜMİTLİ KURBAĞA
Bir kurbağa sürüsü ormanda yürürken, içlerinden ikisi bir çukura düştü. Diğer bütün kurbağalar çukurun etrafında toplandılar. Çukur bir hayli derindi ve arkadaşlarının zıplayıp dışarı çıkması mümkün görünmüyordu.
Yukarıdaki kurbağalar, boşuna uğraşmamalarını söylediler arkadaşlarına : "Çukur çok derin,dışarı çıkmanız imkansız."
Ancak, çukura düşen kurbağalar onların söylediklerine aldırmayıp çukurdan çıkmak için mücadeleye devam ettiler. Yukarıdakiler ise hala boşuna çırpınıp durmamalarını, ölümün onlar için kurtuluş olduğunu söylüyorlardı.
Sonunda kurbağalardan birisi söylenenlerden etkilendi ve mücadeleyi bıraktı. Diğeri ise çabalamaya devam etti. Yukarıdakiler de, çırpınıp durarak daha çok acı çektiğini söylemeyi sürdürdüler.
Ne var ki, çukurdaki kurbağa son bir hamle daha yaptı, bu kez daha yükseğe sıçramayı başardı ve çukurdan çıktı.
Çünkü, bu kurbağa sağırdı. O yüzden, arkadaşlarının ümit kırıcı sözlerine kulak asmamıştı.
"Ümidini kaybetmiş bir insanın, başka kaybedecek bir şeyi yoktur"
|
|