Tatlı Sevgili Anneciğim ve Babacığım!
Bu mektubu okuduğunuz zaman üzüleceğinizi biliyorum. Aylardan beri sustuğum içinde üzülüyordunuz. Ama ne yapalım başka türlüsü elimden gelmiyordu. Beni affedeceğinizi, mazur göreceğinizi umarım. Anneciğim ve Babacığım, ben artık İslam dinini terk ederek Hıristiyan oldum. Eğer böyle yaptığım için bir günah işlemişsem bilin ki, bu günah tamamen size aittir. Çünkü siz, bana dinimi öğretmemiştiniz. Ben adımın Müslüman olduğunu biliyordum o kadar; Fakat Müslümanlık nedir? Nasıl olur? Peygamberim kimdir? Nasıl bir zattır? Kuran nasıl bir kitaptır? Nelerden bahseder? Müslümanlıkta nasıl ve niçin ibadet edilir? İşte bütün bunlar bence bilinmeyen şeylerdi. Bana anlatmadınız, öğretmediniz. Buraya geldiğim zaman, çoğu Fransızların dindar olduklarını gördüm. Hemen her evde birkaç İsa ve Meryeme ait resim vardı. Yemeğe oturdukları zaman dua okuyorlardı. Ben ise onlara alık alık bakıp durmaktan başka bir şey yapmıyordum. Din, iman, Allah, peygamber, kuran ve ibadet hakkında bana birçok soru sorarlardı. Ama ben hiç birine cevap veremiyordum. Siz bana bunları öğretmemiştiniz. Hatta benim memleketimde dindarlık ayıptı. Mesela lisede derse giren bazı hocalar; dindarlığın, yobazlık, gericilik olduğunu anlatırlar, ondan sonra derse başlarlardı. İçimizden birisi dinden bahsedecek olsa, öğretmenler olsun, öğrenciler olsun, hemen alay ederlerdi."Hey yobaz, kaçıncı asırdasın?" derlerdi. Oruç tutmak bir suç, namaz kılmak ise bir ayıptı. Burada ise, durum tam tersine, ne kadar aldanmışız. Ne kadar aldatılmışız. Avrupanın dinsiz olduğunu zannederdik. Hâlbuki ne kadar yanılmışız, dinsizliği ilerilik, dindarlığı gerilik sayardık. Hâlbuki ne kadar yanılmışız, burada herkes dinden, imandan, İsadan bahsediyor. Dinsizler ise pek sevilmiyor. Çoğu kimsenin cebinde İncil var. Bütün bunların karşısında içimde bir boşluk duydum. Hıristiyanların çoğu ibadet ediyordu. Ben ise ne kendi dinimden ne de onların dininden bir şey bilmiyordum. Yavaş yavaş Hıristiyanlığı öğrenmek için bir merak sardı beni. Öğrendim ve nihayet Hıristiyan oldum. Artık tahsil masraflarımı kilise üzerine aldı. Bundan sonra bana, ister mektup gönderin, ister göndermeyin. Siz bilirsiniz, ama tekrar ediyorum. Eğer dinimi terk ederek günahkâr olmuşsam, bu günah tamamen size aittir. Allah sizi affetsin.
NOT: Bu mektup, Fransaya okumaya giden bir gencin ailesine yazdığı gerçek mektuptur.
SEVGİLİ ANNE VE BABACIĞIM
Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim:
* Sürekli bir büyüme ve değişme içindeyiz. Sizin çocuğunuz olsak da sizden ayrı bir kişilik geliştiriyoruz. Bizi tanımaya ve anlamaya çalışın.
* Deneme ile öğreniriz. Bize ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz. Oyunda ,arkadaşlıkta ve uğraşlarımda serbest tanıyın. Bizi her yerde, her işinizde koruyup kollayın. Davranışlarımızın neticelerini kendimiz görsek daha iyi öğreniriz. Bırakın kendi işimizi kendimiz görelim. Büyüdüğümüzü başka nasıl anlarım?
* Büyümeyi çok istiyorsak da ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum. Bunu önemsemeyin. Ama siz beni şımartmayın, hep çocuk kalmak isterim sonra. Her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak, siz verdikçe almadan edemiyorum. Bana yerli yersiz sözde vermeyin, sözünüzü tutmayınca sizlere güvenim azalıyor.
* Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın. Koyduğunuz kurallar ve yasakların hepsini beğendiğimi söyleyemem. Ancak, hiç kısıtlanmayınca ne yapacağımı şaşırıyorum. Tutarsız davrandığınızı görünce hem bocalıyor, hem de bundan yararlanmadan edemiyorum.
* Beni dinleyin, öğrenmeye en yatkın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun.
* Öğütlerinizden çok, davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra hatalar yapabilirsiniz, bunları çabuk unuturum. Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder.
* Çok konuşup çok bağırmayın, yüksek sesle söylenenleri pek duymam. Yumuşak ve kesin sözler bende daha iyi iz bırakır.Ben senin yaşında iken... diye başlayan sözlere hep kulak ardına atarım.
* Küçük hatalarımı büyük suçmuş gibi başıma kalkmayın. Bana hata payı bırakın. Beni, korkutup sindirerek, suçluluk duygusu aşılayarak akıllandırmaya çalışmayın. Haylazlıklarım için beni kötü çocukmuşum gibi yargılamayın.
* Hatalı davranışım üzerine durup düzeltin. Ceza vermeden önce beni dinleyin, suçumu aşmadığı sürece cezama katlanabilirim.
* Beni dinleyin. Öğrenmeye en yatkın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun.
* Beni kabiliyetlerimin üstünde işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin. Bana güvendiğinizi belli edin. Beni destekleyin; hiç değilse gayretimi övün. Beni başkalarıyla karşılaştırmayın; umutsuzluğa kapılırım.
* Benden yaşımın üstünde olgunluk beklemeyin. Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın; bana süre tanıyın. Yüzde yüz dürüst davranmadığımı görünce ürkmeyin. Beni köşeye sıkıştırmayın; yalana sığınmak zorunda kalırım. Sizi çok bunaltsam bile soğukkanlılığınızı yitirmeyin. Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın. Hele başkalarının yanında onurumu kırmayın. Unutmayın ki ben de sizi yabancıların önünde güç durumlara düşürebilirim.
* Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca açıklamadan çekinmeyin. Özür dileyişiniz size olan sevgimi azaltmaz; tersine, beni size daha çok yaklaştırır. Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi görüyorum. Bana kendinizi hata yapmaz ve ulaşılmaz göstermeye çabalamayın. Hata yaptığınızı görünce üzüntüm büyük olur.
* Biliyorum ara sıra sizi üzüyorum, belki de hayâl kırıklığına uğratıyorum. Bana verdiklerinizin yanında benden istediklerinizin çok olmadığını da biliyorum. Yukarıda sıraladığım istekler size çok geldiyse bir çoğundan vazgeçebilirim; yeter ki beni ben olarak seveceğinize olan inancım sarsılmasın.
* Benden ÖRNEK ÇOCUK olmamı istemezseniz, ben de sizden kusursuz ANA-BABA olmanızı beklemem. Sevecen ve anlayışlı olmanız bana yeter.
* Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi. Ama seçme hakkım olsaydı, sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim.
Sevgiler................ÇOCUĞUNUZ
Prof.Dr.Atalay YÖRÜKOĞLU
Çocuk Ruh Sağlığı Adlı Kitabından
Sayfa: 408,409,410
OĞLUMUN ÖĞRETMENİNE;
Ögrenmesi gerekli, biliyorum; bütün insanlarin dürüst ve âdil olmadigini...
Fakat sunu da ögret ona; her alçaga karsilik bir kahraman, her bencil politikaciya karsilik kendini milletine adamis bir lider vardir.Her düsmana karsilik bir dost oldugunu da ögret ona.Zaman alacak biliyorum; fakat, eger ögretebilirsen ona; kazanilan
bir dolarin, bulunan bes dolardan daha degerli oldugunu ögret. Kaybetmeyi ögrenmesini ögret ona ve hem de kazanmaktan nese duymayi.Kiskançliktan uzaklara yönelt onu. Eger yapabilirsen,sessiz kahramanlarin sirlarini ögret ona.Birak erken ögrensin zorbalarin görünüste gâlip olduklarini. Eger yapabilirsen, ona kitaplarin hârikulâdeliklerini ögret. Fakat
ona; gökyüzündeki kuslarin, günesin yüzü önündeki arilarin ve yemyesil
yamaçtaki çiçeklerin ebedî sirlarini düsünebilecegi sessiz-sakin
zamanlarda tani.Okulda hata yapmanin, hile yapmaktan çok daha haysiyetli
oldugunu ögret ona.
Kendi fikirlerine inanmasini ögret, herkes ona yanlis oldugunu
söylediginde dahi...Nâzik insanlara karsi nâzik , sert olanlara karsida
sert olmasini ögret ona.Herkes birbirine takilmis bir yönde giderken,
kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalis ogluma.Bütün insanlari
dinlemesini ögret ona.Fakat bütün dinlediklerini gerçegin eleginden geçirmesini
ve sadece iyi olanlari almasini da ögret.
Eger yapabilirsen, üzüldügünde bile nasil gülümseyecegini ögret ona.
Gözyaslarinda hiçbir utanç olmadigini ögret ona.Herkesin sadece kendi
iyiligi için çalistigina inananlara dudak bükmesini ögret ona ve asiri
ilgiye dikkat etmesini... Ona kuvvetini ve beynini en yüksek fiyati verene
satmasini, fakat hiçbir zaman kalbine ve rûhuna fiyat etiketi
koymamasini ögret.
Uluyan bir insan kalabaligina kulaklarini tikamasini ögret ona...Ve eger kendisinin hakli olduguna inaniyorsa, dimdik dikilip
savasmasini ögret. Ona nâzik davran,fakat onu kucaklama.Çünkü ancak ates çeligi
saflastirir.Birak sabirsiz olacak kadar cesarete sahip olsun.Birak cesur
olacak kadar sabri olsun. Ona her zaman kendisine karsi derin bir inanç
tasimasini ögret.Böylece insanliga karsi derin bir inanç tasiyacaktir.Bu büyük bir taleptir, ne kadarini yapabilirsen bir bak bakalim.O, ne kadar iyi, küçük birinsan.Oglum.
Kaynak:(Abraham Lincolnun, oglunun ögretmenine
yazdigi mektuptan alinmistir)
ÖĞRETMENİM ÇOK SUÇLUSUN
Dün selamını aldım Öğretmenim. Eğer hapishanede olmasaydım gelip hem elini öper, hem de bu sözlerini yüzüne söylerdim.
Sen çok suçlusun öğretmenim.
Bana kızmışsın, eleştirmişsin. "Böyle bir insanın öğretmeni olduğum için utanıyorum" demişsin. Doğru söylemişsin. Benim gibi bir insan yetiştirdiğin için gerçekten çok utanmalısın. Çünkü ben gururlanacak hiçbir güzel şey yapmadım. Aileme, çevreme ve sevdiklerime zarar verdim, kötü işlere bulaştım. Sonunda da hapse girdim.
Ben iyi bir insan, faydalı bir kişi olamadım. Bu doğru. Ben de kendimden memnun değilim. Çevredeki insanlar tarafından dışlanmak, horlanmak ve kötü bir insan olarak görülmek elbette ki, insanı memnun etmez.
Ama öğretmenim, benim bu kötü ahlakım ve yanlış davranışlarımın sebebi sensin.
Sen çok suçlusun öğretmenim.
Beni okutan, beni eğiten ve bana şekil veren sensin. Sana baktım, örnek aldım. Ne verdiysen o oldum. Seninle beş yıl aynı okulu paylaştım, sonra da mezun oldum. Hatırlar mısın maceralarımızı, hatırlar mısın bana yaptıklarını?
Gel birlikte hatırlayalım da neden suçlu olduğunu söyleyeyim.
Annem yoktu. Evimizdeki ikinci anne de beni istemiyordu. Ailede hiç huzurum ve rahatım yoktu. Her şeyi eksik ve noksan yapıyordum, verdiğin görevleri de bu yüzden yerine getiremiyordum. Benim zor hayat şartlarımı bildiğin halde asla anlayışlı olmadın, hep üzerime gelip, çok ağır, çok ezici ve gururumu kırıcı hesaplar sordun. Beni hem sevgiden, hem okuldan, hem de toplumdan soğuttun.
Neler mi yaptın?
Annem olmadığı için temiz ve tertipli olamıyordum. Benimle her sabah bu yüzden alay ederdin. Ya kirli ve yırtık pantolonumla, ya kirli ellerim ve uzamış tırnaklarımla, ya da bakımsız yüzüm ve saçlarımla alay ederdin. Nasıl ezilip büzülürdüm, küçülürdüm ve sana içten bilenirdim.
Ödevlerimi yapmayınca, elindeki cetvelle vurmadığın ve acıtmadığın yer kalmazdı. Dayanamayıp ağlayınca da "Erkekler ağlamaz" derdin. Bu yüzden, okula gelmek bana işkence olurdu. Zaten huzursuz evden bir an önce kaçmak, kendimi dışarı atmak isterdim. Tek sığınağım okuldu. Okulu da sen bana dar ederdin, senin yüzünden geldiğime pişman olurdum. Bu yüzden bütün insanlara, herkese isyan eder, asi olurdum.
Bir gün beni babama şikayet etmişsin: "Ders çalışmıyor ve çok yaramazlık yapıyor" diye... Babam beni ölesiye dövdü. Babamın o ölesiye dayağına değil, senin şikâyetine içerledim.
Ah öğretmenim sen çok suçlusun.
Ne olurdu öğretmenim bana bir güleryüz gösterseydin, hal-hatırımı sorsaydın, yanağımı okşayıp, bir sevgi gösterisi yapsaydın ve beni kendine bağlayıp, nasihatler etseydin.
Neden bunları benden esirgedin?
Halbuki sana sığınmayı, senden yardım beklemeyi ne kadar istemiştim? Ah beni bir kez koruyup kollasaydın, belki de o isyan ateşi yanmadan sönecekti.
Beni kaç kez sınıftan kovdun, onurumu beş para ettin. Arkadaşlarımın önünde benimle alay edince ve onların da bana gülüşlerini görünce, kaç kez ölmek istemiştim.
Kısacası, sen bana iyi bir model olamadın, örnek bir öğretmenlik sunamadın. Benim toplum için zararlı olmama zemin hazırladın. Bir anlamda ektiğin tohumlar, ruhumda isyan meyvelerini verdi. Sonra da hem kendime hem de çevreme zararlı bir insan olup, çıktım.
Sen çok suçlusun öğretmenim.
Benden o şefkati esirgemeseydin ne olurdu? Bana da bu acıyı yaşatmasaydın?
Evet, utan öğretmenim. Benim yaptıklarıma bakarak utan. Bana öğretmen olduğun için utan. Utan da, diğer öğretmenler senin gibi olmasınlar.
Sen çok suçlusun öğretmenim. Ama, yine de ellerinden öperim. Çünkü ne de olsa sen benim öğretmenimsin.
Cezaevinden Ziya Ş.
ÇOÇUK DEYİP GEÇMEYİN
ONLARINDA DÜNYALARI VAR
Ömür dediğin kaç gündür...
Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar
susacaktım. Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim
tarzıydı.
Babam akşamları eve yorgun dönerdi. Ben bütün gün evde sıkılır, onun
gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla
oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi.
Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik
babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir,
"Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı
ütüleme!" derdi. Annem de "Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksı n babanla?" diye çıkışır, beni odama
gönderirdi.
Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol
alırdım. Babam arkamdan, "Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip,
hâlâ ne istiyor anlamadım." diye bağırmaya devam ederdi. "Keşke benim de
bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep
birlikte otursaydık" derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret
edemezdim.
Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon
seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli
birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip
koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı.
Bir gün anladım ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak
yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım. Önce resim yaparak başladım
işe.
Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; "Bak, böyle uslu uslu oyna işte."
diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam
afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu. "Son
günlerde ne de akıllandı benim oğlum." diye komşulara anlatıyordu annem
halimi.
Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem "Odanı topla!"diye
odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum.
Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı
beceremiyordum. Annem odama gelip "Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım." dedi bir gün.
Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden
alırsa ben ne yapacaktım?
Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı
kolladım.
Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz
çizdiğim resmi getirdim.
Babam baktı. Hım, dedi "Çok güzel olmuş. Bu adam benim herhalde." dedi.
Ben "Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.dedim.
O "Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın."dedi.
Ben yine Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da
annem." dedim.
Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: "Peki neden bizi küçük çizdin?" dedi.
Heyecanla başladım anlatmaya.
Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp
küçüleceksiniz. Beliniz bükülecek,
komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten
geldiğimde yorgun olacağım. Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde
kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler
paylaşmak istediğinizde "Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim."
diyeceğim. Ve bir de bağıracağım "Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları
da var, daha ne istiyorlar" diye.
Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
Duyduklarına inanamıyorlardı .
Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar
konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.
Farkında olmalı insan... Kendisinin, hayatın, olayların, gidişatın farkında
olmalı.
Ömür dediğin üç gündür,
Dün geldi geçti
Yarın meçhuldür,
O halde ömür dediğin bir gündür,
O da bugündür.
Mesut Koçak
SERVET SIHHAT KARAKTER
Almanyada bir okulun girişinde şu satırlar yazılıdır
Servetini kaybettinse, hiçbir şeyini kaybetmemiş sayılırsın.
Sıhhatini kaybettinse, belki bir şeyler kaybetmiş sayılırsın.
Karakterini kaybettinse, her şeyini kaybetmişsin demektir
EĞER ÖYLEYSE...
Duyulmuyorsan,
Sesini yüksek çıkarmanın yollarını aramalısın.
Sevilmiyorsan,
İnsanların kalp kapılarının anahtarı olmalısın.
Farkedilmiyorsan,
İnciler arasından bir inci olabilmenin ayrıcalığına kavuşmalısın.
Gülmüyorsan,
Tebessümdeki gamzenin manasını çözmelisin.
Tatmıyorsan,
Hayatın enfes lezzetlerini denemelisin.
Görmüyorsan,
Yüzündeki göz yuvalarının yerlerini değiştirmelisin.
Başaramıyorsan,
Şimdiye kadar başarılı olmuşların yollarından gitmelisin.
Düşünmüyorsan,
Zihnindeki önyargı duvarlarını yıkmalısın
Yaşamıyorsan,
Hayatın tadına varamadan gitmiş, ölüleri ziyaret etmelisin.
Paylaşamıyorsan,
En yalnız andaki halin, hayal etmelisin.
Sevmiyorsan,
Sevgi isimli sihirli gücü keşfetmelisin
ve ...
dünyanın senin gibi bir bireye değil,
senin bu dünyaya ihtiyacın olduğuna yürekten inanmalısın
Abdullah DOĞAN
TİCARİ TAVSİYELER
Sermayeniz kadar iş yapın
Banka kredisi kullanmayın
Döviz ile borçlanmayın
Uzun vadeli mal satmayın
Borçlu kimsenin malı olmaz
NE OL , NE OLMA !
Günlerini say, servetini say, büyüklerini say ama yerinde sayma !
Fidan besle, gariban besle, çocuk besle ama kin besleme !
Davet et, hayret et, aff`et, tövbe et ama ihanet etme !
Parani ver, Selam ver, canini ver ama sirrini verme !
Oku, okumaktan zarar gelmez ama lanet okuma !
Esini begen, asini begen ama kendini begenme !
Elini aç, gözünü aç, kapini aç ama agzini açma !
Emek ver, kulak ver, bilgi ver ama bos verme !
Satici ol, alici ol, bulucu ol ama bölücü olma !
Zulmü devir, nefsi devir ama çam devirme !
Ev al, araba al, abdest al ama beddua alma !
Hedefe kos, yardima kos ama ortak kosma !
Rakibini geç, sinifini geç ama gülüp geçme !
Yaklas, konus, tanis ama usaklasma !
Seslen, uslan ama yaslanma !
Dogrul, devril ama egrilme !
Itil, atil ama satilma !
|